Hikayeler

TEVEKKÜL BÖYLE Mİ OLUR?

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Büyük velilerden Şakik belhi, bir kıtlık senesinde herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit oldu. yanına yaklaştı ve sordu:

  • Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun?

    Köle cevap verdi:

  • Herkesten bana ne.. benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var. her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.

Bu açıklama Şakik’i adeta bir şamar gibi sarstı. çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. ama köle onu uyandırdı. ve kendi kendine şöytle dedi:

    – Ey Şakik kendine gel.. Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor kendisini emniyet içinde hissediyor. sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah’a inanıyor, tevekkül ediyorsun.. Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin..

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

EBU TALHA VE HZ. RUMEYSA

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Rümeysa (r.anha) anlatıyor:

Çocuğum hasta idi. babası Ebu Talha bir yere gitmişti. Oğlum öldü. Babası geldiğinde yemek getirdim. Daha çok süslenmiştim. Sevinçli görünüyordum. Dedim ki:

-Komşumuza bir emanet verdim. geri istediğimde temelli vermişim gibi istemeyerek iade etti. Üstelik de ağladı.

Ebu Talha hayretler içinde dedi ki:

  • Emanet verilen şey geri istenince iade etmek hiç zor gelir mi?

Hemen cevap verdim:

    -Senin oğlun Allah’ın bize emanetiydi bugün geri isteyip aldı.

Ebu Talha:

    -Hepimiz O’na döneceğiz dedi.

Sabah olunca Ebu Talha bunu Rasulullaha’a söyledi O da buyurdu ki:

    “Dünkü geceniz mübarek olsun. büyük bir gece geçirdiniz. cennete girdiğimde Ebu Talha’nın Hanımı Rümeysa’yı orada gördüm.” 

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

HZ. MUSA’NIN CENNETTEKİ KOMŞUSU

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Hz. Musa Aleyhisselâm, bir gün münacatları esnasında «Ya Rabbî! Cennette benim arkadaşım kimdir, bana göster.» diye iltica eder. Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri:

– Ya Musa! Filan şehirde, filan çarşıda ve şu şemail ve isimde bir kasap vardır. O kimsedir, diye ilham eyler.

Hz. Musa Aleyhisselâm hemen hareket eder ve o kasabı bulur. Dükkânının karşı tarafında, bir miktar seyrederek ahvaline vâkıf olmak üzere oturur. Görür ki gayet gaddar ve zalim bir kimsedir. Sattığını hep eksik tartmaktadır. Hz. Musa’nın hatırına, bu kimse bana nasıl arkadaş olabilir, her halde o başka bir kimse olması lâzımdır, diye gelir. Tam o esnada Hz. Cebrail gelerek, o kimsenin olduğunu haber verir.

Hz. Musa Aleyhisselâm akşama kadar dükkânın önünde oturur ve akşam olunca, kasap bir miktar et alarak elindeki zembiline koyar ve evine gitmek üzere iken, Hz. Musa: «Ya kasap, beni misafir kabul eder misin? diye sorar. Kasap da «Buyurun, sizin gibi muhabbetli misafiri asla görmedim. Bu gece hizmetinizle şerefleneyim.» der ve beraberce giderler. Hemen Hz. Musa Aleyhisselâmm önüne yemekler ko-yar ve «Ey mübarek zat isterseniz siz yeyin. Şayet beraber yiyelim derseniz, bir miktar beklemeniz lâzım gelecek. Zira benim çok mühim bir işim vardır, müsâdenizle onu yerine getireyim.» der. Ve getirmiş olduğu eti iyice pişirip, evin köşesinde asılı bir zembıM aşağıya indirir. İçinden son derece küçük ve zayıf bir kadın çıkarır. O’nun ağzına yavaş yavaş eti verir. Karnını doyurduktan sonra altını da temizler ve tekrar yerine asarak Hz. Musa Aleyhisselâmın yanına gelir. Özür dileyerek birlikte yemek yemeye başlarlar.

Kadına yemek yedirirken kadının dudakları bir kaç defa hareket etmiş ve konuşur gibi olmuş. Bu hali Hz. Musa Aleyhisselâm farketmiş olduğu için o kimseye:

– Ey kişi, bu senin annen midir?

-Evet, annemdir. Çok ihtiyar ve mecalsizdir. Her gün böylece dükkândan geldiğim zaman hizmet ederim.

– Yemek yedirirken dudakları kıpırdadı. Sözü anlaşılır mı?

– Evet anlaşılır. Her ne zaman, karnını doyurup hizmetini yaptığımda «Ya Rabbî, bu oğlumu cennette Musa’ya arkadaş eyle.» diye dua eder.

– Ey kimse! Sana müjdeler olsun kî, annenin duası dergah-ı izzette kabul oldu. Musa benim, der ve ilham-ı ilâhî ile oraya geldiğini söyler.

O kimse de çok sevinir ve bütün günahlarına tevbe ve istiğfar ederek ibadet ile meşgul olmaya başlar.

Böylece annesine yapmış olduğu hizmet sebebi ile, salihler zümresine dahil olur. 

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

NİNOVA HALKININ TEVBESİ VE HZ. YUNUS

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Ninova, Asur Devleti’nin başşehri idi. Şehir halkı, putlara tapar ve çeşitli ahlaksızlıklar yapardı. Allah, bu şehirde yaşayan ve tertemiz bir hayat süren otuz yaşlarındaki Yunus’u (as) peygamber olarak gönderdi. Yunus (as), otuz üç yıl gece gündüz, bıkmadan-usanmadan onlara hizmet etti. İşledikleri günahlardan vazgeçip Allah’a kulluk yapmalarını tavsiye etti. Otuz üç yıl içinde Yunus’u (as) kabul eden sadece iki kişi oldu. 100.000’den fazla insan arasında sadece iki kişi. 

Yunus (as) artık dayanamıyordu, sonunda onlara beddua etti ve bir köşeye çekildi. Allah Teala Yunus’a (as) vahyederek kırk gün daha tebliğe devam etmesini istedi. 

Yunus (as) tekrar insanları davete başladı. Otuz yedinci günün akşamı olduğunda insanlarda hiçbir değişiklik olmadığını gördü. Otuz üç senede alınamayan sonucun, üç günde alınması da beklenemezdi. Bütün ümidi kesildi ve oradan ayrılçektiler ve kmaya karar verdi. Ayrılmadan önce, Ninova halkının üzerine pek yakında bir azap geleceğini de haber verdi. Azap gelmeden önce yüzlerinin renginin değişeceğini ve ardından azap geleceğini bildirdi. 

Kırkıncı günün sabahına halk, yüz renklerinin değiştiğini görünce endişelenmeye başladılar. Ne ladar aradılarsa da Yunus’u (as) bulamadılar. İyice şaşırmışlar ve ciddi olarak korkmuşlardı. Hele ertesi gün siyah bulutların şehrin tepelerine doğru geldiğini görünce bunun apaçık bir azap habercisi olduğunda şüpheleri kalmadı. Kalplerini pişmanlık ateşi yakmaya başladı. Hep bir ağızdan, hep bir gönülden, pişmanlıklarını dile getiren sözlerle, yaş dolu gözlerle ağlaya ağlaya yalvarıyorlardı. 

Bir müddet sonra bulut, yavaş yavaş çekildi. Allah tevbelerini kabul etti. Artık bir daha günah işlemeyeceklerine tamamen karar vermişlerdi. 

Yunus (as), Allah’tan gelecek olan emri beklemeden ayrılmıştı. Binmiş olduğu gemi, denize açıldıktan sonra beklenmedik bir fırtına çıktı. Yapılan görüşmeler sonucunda gemide bir suçlu bulunduğuna ve bu yüzden fırtınanın çıktığına karar verdiler. Suçlunun kendiliğinden ortaya çıkmaması üzerine kura çektiler ve kura Yunus’a (as) çıktı. Yunus (as), gece karanlığında denize atıldı. Büyük bir balık onu yuttu. Balığın karnında şöyle tesbih ediyordu: “Senden başka ilah yoktur. Seni tesbih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.” Balık bir müddet sonra Yunus’u (as) karaya ıkarıp bıraktı.

Balığın karnından gücünü kuvvetini yitirmiş, zayıf bir şekilde çıkan Yunus (as) iyileşip kendine geldikten sonra kavminin yanına gitti. Artık Ninova halkı, Allah’ın peygamberini hasretle kucakladı ve ömrünün sonuna kadar Allah’ın razı olacağı bir hayat sürdüler.   

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

BOYNU KIRILMIŞTI

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Bir hükümdarın oğlu attan düştü, boyun kemikleri birbirine girdi. Başını çevirebilmek için bütün gövdesini döndürüyordu. Ülkesindeki bütün doktorlar tedavi edemediler. Başka ülkeden gelen bir doktor başını eski haline getirebildi. O doktor olmasaydı şehzade ya sakat kalacak ya da ölüp gidecekti.. Şehzade iyi olduktan sonra, iyi eden doktor hükümdarı, şehzadeyi ziyarete gider. doktora hiç yüz vermezler nankörlük ederler. Doktor utanır başını eğer.. Gİderken şöyle mırıldanır:

  • Ben onun boynunu eski haline getirmeseydim bugün yüzünü benden çeviremezdi..

 

Doktor bu hakaret karşısında şehzadeye bir tohum gönderir. Güzel ve şifalı olduğunu söyler. şehzade tohumu yakıp dumanını içine çekince öyle bir hapşırır ki başı yine eski haline döner. tekrar o doktoru ararlar hatasından özür dilemek için ancak hiçbir yerde bulamazlar..  

Allah’a şükürden yüz çevirmeyelim. Zamanında yapalım ki şükrümüzü yarın mahşer günü boynumuz bükük kalmasın.. 

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

YAYDAN ÇIKAN OK GİBİ

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Bir kadın komşularından birisi hakkında bir dedikoduyu yayıp duruyordu. Birkaç gün içerisinde bütün köy bu dedikoduyu duydu. Dedikodunun kurbanı derinden yaralandı ve incindi. Dedikoducu kadın daha sonra yaptığından pişman oldu ve çok üzüldü. Hatasını nasıl tamir edebileceğini sormak için bilgeye gitti.

“Pazara git” dedi bilge, “Bir tavuk al ve onu kestir. Eve dönerken tüylerini yol boyunca yere at.”

     Nasihatın garipliğine şaşırsa da, denileni yaptı kadın. Ertesi gün bilge bu defa şu tavsiyede bulundu;

“Şimdi git ve dün attığın bütün o tüyleri topla ve bana getir.”

Kadın aynı yolu izledi, ama umutsuzluk ve korku içinde gördü ki, rüzgar bütün tüyleri uçurup götürmüştü. Saatler süren arayışın sonunda elinde sadece birkaç tüyle dönebildi.

     “Görüyorsun” dedi yaşlı bilge, “Onları yere atmak mümkün, ama geri toplamak imkansız. Dedikodu da öyle. Dedikodu yapmak ne kadar kolaysa, dedikoduyla işlediğin hatayı telafi etmen de o kadar zordur…” 
 

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

ÖDÜNÇ KRİKO

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Bir adam çok sinirli bir şekilde, avukat arkadaşının bürosundan içeriye girdi.

“Başım dertte” dedi. “Karşı komşular bir aylığına tatile gidiyorlar ve iki azman köpeği evde kilitleyecekler. Güya bir kadın her gün gelip onlara yiyecek verecek. Eğer unutmazsa tabii. Bu ara köpekler yalnız kalacak, gündüz havlayacak gece de uluyacaklar. Ben uyuyamayacağım, sinirlerim bozulacak. Ve bir gece artık dayanamayıp ikisini de vuracağım. Komşularım geri döndüklerinde ise , bu sefer onlar kızıp beni vuracaklar…”

Avukat sinirli dostunun omzunu okşayarak;

“Sana bir hikaye anlatayım” dedi. “Eğer daha önce duymuşsan sözümü kesme, çünkü tekrar dinlemen senin için faydalı olacak.” Avukatın anlattığı öykü şöyleydi;

“Bir adam gece yarısı şehrin dışında arabasıyla gidiyordu. Birden lastiği patladı. Lastiği değiştirmek için bir kriko lazımdı, ama krikosu yoktu. Kendi kendine;

“Bir kriko lazım!” dedi.

Uzakta bir ışık gördü ve şöyle düşündü;

Talihim varmiş çiftçi uyumamış. Kapıyı çalar, başıma geleni anlatır, “Bana ödünç bir kriko vermek lütfunda bulunur musunuz?” derim. O da “Hay hay arkadaş! Al, işini gör, fakat işin bitince geri getir!” der.

Adam eve doğru yürümeye başladı. Fakat biraz ilerlemişti ki ışık söndü. Bu işe canı sıkılan adam kendi kendine şöyle düşündü;

Şimdi adam yattı. Rahatsız ettiğim için kızacak ve belki de alet için bir miktar para isteyecek. Ben de: “Pekala, bu insanlığa yakışmaz; ama size çeyrek dolar veririm” diyeceğim. O da “”Hem gece yarısı beni yataktan kaldıracak, hem de çeyrek dolar vereceksin ha? Ya bir dolar verirsin ya da gider, başka yerde ararsın krikoyu” diyecek.

Bu sırada adam kendi kendine iyice öfkelenmişti. Bahçe kapısına geldi ve mırıldandı;

“Bir dolar ha? Pekala, sana bir dolar vereceğim; ama bir tek kuruş daha vermem. Ah, şu kaza olmasaydı, krriko da lazım olmayactı. Zararı yok, şimdi istediğin parayı vereceğim. Yalnız bunun düpedüz bir dolandırıcılık olduğunu unutma!”

Bu düşüncelerle evin kapısına varmıştı. Kapıyı hızlı hızlı ve şiddetle vurdu. Çiftçi kapının üzerindeki pencereden başını uzatarak aşağı seslendi;

“Kim o? Ne istiyorsun?”

Adam durdu ve kapıya bir yumruk daha indirdikten sonra bağırdı.

“Senin de, krikonun da canı cehenneme! Malın sende kalsın!” 

Biraz önce sinirden ne yapacağını bilemeyen adam, avukatın anlattığı hikaye karşısında katıla katıla gülmekteydi.

Gülmesi geçince;

“Anladım dostum” dedi. “Benim yaptığımın da bundan hiçbir farkı yok!”

“Kesinlikle” diye cevap verdi avukat. “Meseleleri sakin bir şekilde halletmek varken, kendi kendilerine olmadık şeyler düşünüp belki de hiç olmayacak türlü türlü olumsuzlukları birbiri ardına takarak bana akıl danışmaya gelenlerin sayısını bilsen, hayret edersin.”

Ve ekledi;

“Çoğu insan, kör bir hiddet yüzünden, yanından kolayca geçebileceği engellere çarpıp kalıyor.” 

                                                                                             J.P. McEvory 

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

MAĞARADAKİ ÜÇ GENCİN DUASI

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Bizden önce yaşamış üç genç bir gün uzun bir yolculuğa çıktı. Akşam olunca geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Ancak dağdan kayan büyükçe bir kaya parçası yuvarlanıp mağaranın kağısını kapattı. Aralarında:

-Bizi bu kayadan Salih amellerimizi şefaatçi yaparak edeceğimiz dualar kurtarır dediler..

Bunun üzerine yolculardan birisi anlatmaya başladı..

Benim annem babam çok yaşlıydı. onları çok kollar, akşam olunca da onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirine yemek yedirip içirmezdim.. bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuşlardı. Onlar için süt sağdım. Hala uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım. onları da uyandırmaya kıyamadım. geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. ben ise süt kapları elimde onların uyanmalarını bekliyordum. derken şafak söktü..

Adam bu olayı anlattıktan sonra dua için ellerini göğe kaldırdı:

Allahım.. Bunu senin rızan için yaptım.. yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar..

Bu duanın akabinde taş bir miktar açıldı. ama bu dışarı çıkmaları için yeterli değildi.

bunun üzerine ikinci genç anlatmaya başladı:

– Ey Allahım benim bir amcamın kızı vardı. onu herkesten çok seviyor ve kendisiyle evlenmeyi arzu ediyordum. Ancak kız bana yüz vermiyordu. Fakat bir gün kıtlığa uğradılar. Yardım için bana başvurunca benimle evlenmesi karşılığında kendisine yardım edeceğimi söyledim. Çok ihtiyaç içinde olduğu için bana teslim olmaya karar verdi. ancak tam bu esnada Allahtan kork dedi ve ben de hem kendisine yardım ettim hem de onu bıraktım..

Bu dua akabinde mağaranın kapısındaki taş biraz daha kımıldadı ancak yine de yeterli değildi.. ardından üçüncü genç anlatmaya başladı..

Ey Allahım ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi bir gün ücretini almadan gitti. ben de onun yerine ücretini işlemeye devam ettim. öyle ki çok kar etti. Derken uzun yıllar sonra işçim çıkageldi ve ücretini istedi. ben de şu gördüğün sığır davar ve develer senindir dedim.

Ey Allahım bunları senin rızan için yaptımsa bize şu halde yardım et..

Adamın bu duasının hemen akabinde kaya tamamen açıldı. çıkıp yollarına devam ettiler.. 
 

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

BİR ÇİÇEĞİN DUASI

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

Ey bütün çiçeklerin,bütün bitkilerin,yerin göklerin,ve alemlerin rabbi… 
Ben senin yaratığın tohumlardan cansz bir tohumdum bir zamanlar, 
Sen bana can verdin. 
Dualarm kabul ettin,beni bir çiçek yaptın. 
Bana kendi dilediğin gibi bir şekil verdin,renklerle,desenlerle,süsledin 
yüzümü, 
Bana bir koku sürdün,koklayanı mest eden 
Güzellerden bir güzel yaptn görenlere gösterdin, 
Senin verdiğin cazibeyle kuşları böcekleri çağırdım kucağıma…. 
Dayanamadlar koştular… 
Onlara senin rahmet çeşmelerinden şerbetler sundum, 
Senin izninle 
Birbirimize güldük,birbirimize sarldk,el ele kucak kucağa sana 
şükrettik,seni zikr ettik günler boyunca nice kuşlar nice böceklerle tanıştm 
böylece… 
Hepsiyle mutlu beraberliklerim oldu. 
Nihayet’min kulun gördü, 
Yanımdan ge birgün… 
Beni bir müçiyordu,beni fark etti,durdu,geri döndü,eğildi 
Yüzüme baktı uzun uzun önce gözleriyle,sonra elleriyle okşadı kokladı 
kokladı… 
”Ne güzel yaratılmış! ” dedi sesizce. 
işte o an niçin var olduumu anladm. 
Melekler sardı etrafmz anszn, 
imrenerek seyrettiler olup biteni… 
Görmediği Rabbine görmüş gibi inan bir insann yücelişini gördüler. 
Ve her şeyi en ince ayrntısıyla kaydettiler… 
Çekilen resimlerde ben de vardm… 
Ey dualar cevap veren Rabbim, 
Ben cansz bir tohumdum… 
Dualarm kabul ettin güzel bir çiçek oldum. 
Senin kudretinle canlandm, 
Senin sanatınla süslendim, 
Senin lütfunla güldüm… 
Şimdi bir duam daha kaldı mahşere sakladm; 
‘ ‘ BEN GÖREN GÖZLERİ ATEŞTE YAKMA,YA RABB ! ‘ ‘
 

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

KONUŞAN BEN OLURSAM

Posted on Haziran 20, 2008. Filed under: Hikayeler |

“Haydi söyle artık” dedim arkadaşıma, “dünden bu yana yeteri kadar meraklandırdın”. Arkadaşım fakültenin psikiyatri kürsüsünde asistandı, ben ise dahiliye servisinde. “Size bir sürprizim var” demişti bir gün evvel “müthiş bir sürpriz!..”. “Eee söyleyiver” dedim.. “Yarın” deyip ayrıldı yanımdan.

“Bugün de söylemezsen ayıp edersin” dedim. “Tamam” dedi ve başladı…

“ Bizim hocamızın uzun zamandır süren bir araştırması var. Gizli olduğu için duymamışsındır.”

“Niçin gizli?” diye sordum.

“ Emniyet ile birlikte yapıyor çalışmayı da ondan” dedi, merakımı iyice tahrik etmek ister gibi…

“ Hocamızın uzun zamandır bir düşüncesi vardı. Zaman zaman anlatırdı bize: “İnsan hafızasına her şey kaydediliyor, o kasetin düğmesine basacak bir ilaç yapabilsek, o istemese de, o güne kadar başından geçen her şeyi kendi ağzından dinleyebiliriz. Tabii, böyle şeylere tıp hukukla birlikte karar verebilir. İnsan , yaptıklarını anlatırken o günleri tekrar yaşayacaktır. Eğer o andaki ruh halini de bir ekran aracılığı ile seyredebilirsek, hangi şeyleri nasıl bir ruh hali ile yaptığını apaçık görmüş oluruz”. Biz, biraz da bilim kurgu tarzında bulduğumuz bu düşüncelerin, hocanın aklına yeni yeni geldiğini sanmıştık. Meğer, hoca çalışmasını bu merhaleye getirdikten sonra bize açmaya başlamış. Farmakoloji hocasıyla aylardır kafa kafaya çalışması da bu ilacı elde edebilmek içinmiş… Geçtiğimiz günlerde birkaç deneme yaptılar. Netice oldukça başarılı idi. En son deneyde beni de içeriye aldılar. Duyduklarıma, gördüklerime inanamadım, aklım durdu. Bugünkü denemeyi seyretmeye senin için de müsaade aldım hocadan… Haydi, geç kalmayalım”.

Aman Allahım, şaka mı yapıyordu…

“Bak” dedim yürüken, “psikiyatriyle uğraşanlarda az buçuk bazı ayrılıklar vardır, sakın bu da öyle bir şey olmasın.”

Gülümsedi ve sadece “sabret” dedi.

Bu iş için hazırlanmış özel bölmeye girdiğimizde, bizim hoca da oradaydı. Göz göze geldik.

“İkinci gelişi” dedi arkadaşım, bizim profesör için.

İçerde, arkadaşımın hocası olan psikiyatri kürsüsü başkanı, fakülteden birkaç profesör, başhemşire ve üniformalı insanlar vardı.

“Başlayalım isterseniz” dedi hoca kendinden emin bir halde… Üniformalılardan olumlu işaret gelince, deney başladı.

Deney, suçluluğundan şüphe edilen biri üzerinde yapılıyordu. Zanlı, bizim bulunduğumuz yerle camdan bir duvarın ayırdığı özel bölmeye, bir polis tarafından getirildi. O bölmedeki en küçük bir çıtırtıyı bile duyabileceğimiz bir şekilde mikrofonlar ve vericiler ayarlanmıştı. Yukarıda, zanlının ulaşmayacağın mesafede dev bir ekran vardı. Hoca , başhemşire ile birlikte zanlının bulunduğu bölmeye geçti. “İğneyi yapın” dedi. Zanlının kolundan damar içine yapılan enjeksiyonun bitmesini bekledi. O esnada da zanlıdaki değişiklikleri takip ediyordu. Daha sonra kendisi, ekranlı cihazdan gelen bir kısım kabloları, adamın kolunda, kafasında daha önceden belirlenmiş yerlere bağladı.

Her şey hazırdı artık… Profesör, hemşire ve polis odadan çıktı.

Profesör, bizim yanımızda, uzaktan kumanda ile ekranlı cihazı çalıştırdı. Ekranda, bir anlam veremediğim karışık görüntüler belirdi. Adam, şok olmuş gibi şaşkın bakıyordu bizlere…

Profesör, “Çocukluğundan itibaren başından geçen, utandığın, sıkıldığın, pişman olduğun hadiseleri anlat bize” dedi.

Gözleri iri iri açıldı adamın… Dehşete kapıldı, anlatmak istemiyordu. Fakat, ilaç belleğindeki o düğmeye dokunmuştu bir kere… Bir kısım duyguları “anlatma!” diye çırpınsa da, konuşacaktı. Buna mecburdu.

Ekranda bir çocuk göründü evvela…Ve adam konuşmaya başladı. Fakir, cahil bir ailenin çocuğuydu. Daha o günlerden başladığı hırsızlıkların, uygunsuz hallerini anlattı bir bir… Renkten renge giriyor, terliyor ama yine de devam ediyordu. Bizim ekrandan gördüğümüz seyrettiğimiz görüntüler çok farklı idi. Biz, adamın ruh halini seyrettiğimiz için, inanılmaz görüntülere şahit oluyorduk.

İşlediği suçların ve davranışlarının mahiyetine göre, bazen vahşi bir kurt, bir çakal görünüyordu ekranda… Ağzından kanlar damlıyor, suratındaki dişler kocamanlaşıyor, elleri, tırnakları uzuyordu. Bazen , yaptığı sefih ve tiksindirici bir şeyi anlatırken , iğrenç bir manzara oluşuyor, içi dışına çevriliyor, sireti suretine aksediyordu. Önce çıldırmış bir yaratık görünüyor, sonra adam sakinleşince vicdan azabı duyuyor, o esnada kendini en habis, en aşağılık bir varlık gibi hissediyor, gözleri dışarı fırlıyor, bağırsakları etrafa saçılıyor, bir pelte bir irin yığını haline geliyor, midemizi bulandırıyordu.

Adama acımaya başlamıştım, ama profesörün acımaya niyeti yoktu. O vazifesini yapmanın ciddiyetiyle hareket ediyor, adamın bütün hayatını deşeliyordu. Ne sorulursa en ince ayrıntısına kadar anlatıyordu zavallı adam. İstemiyor, ama anlatıyordu. Adeta kendisi kendisinin şahidi olmuştu. Adamın, kapalı kapılar arkasında, kimsenin görmediği yerlerde, kuytularda, karanlıklarda yaptığı her şeyi hem kulağımızla duyuyor, hem gözlerimizle görüyorduk… Bitmişti adam… İçinden geçenleri bile söylüyordu mazisini anlatırken. Çocukluğunda utançla duyduğu ilk hislerine, kaçamaklarına kadar…

Ve sonunda beklenen şeye gelmişti. Polislerin aradığı, yaşlı bir kadını öldüren, kollarını kesip bileziklerini alan o muydu? Adam, anlatmaya başladığında polisiye bir film seyrediyor gibi olmuştuk.

Cehaletini , terbiye edilmeyip hep tahrik edildiğini, vahşiliğe alıştığını söylüyordu.

Kadının evine girerken, süklüm püklüm bir hayvan vardı ekranda…Öldürürken, yırtıcı, vahşi bir yaratık… Kollarının keserken de , kan emen bir vampir…

Gördüklerime inanamıyordum. İçim titriyordu.

Adamın hafıza defterinin açılması… Kayıtların bizzat kendi ağzından okunması… Müthiş bir şeydi bu! Artık sorgulamanın sonuna gelinmişti. İlacın tesiri geçiyor, adam yavaş yavaş kendine geliyordu. Ben ise hala şaşkın ve gördüklerimin tesiriyle sarhoş gibiydim. “ İyi ki” diyordum içimden, “İyi ki herhangi bir iftiraya maruz kalmadım… Ya aynı şeye ben maruz kalsaydım… Ya hayat defterim dökülüp saçılsaydı ortaya… Ya insanlar benim gizli hallerime de vakıf olsalardı. Çıldırır, delirir, yerin dibine girebilirdim… Hayır, kendi defterimi kendim okumak istemezdim.” O anda, “keşke” dedim, “bu güne kadar daha dikkatli yaşasaydım. Profesör filan korkutmasaydı gözümü, utanacağım bir şey olmasaydı defterimde!.. Olabilir miydi?

Ben tam böyle düşünürken, profesör yanıma geldi. Topluluğa “ister misiniz, aynı deneyi, içimizden bir arkadaşımızın üzerinde tekrarlayalım?” dedi. Kısa bir tereddüt ve duraklamadan sonra, çekinerek de olsa, “Olabilir” sesleri yükseldi topluluktan. Olabilir miydi? Bilemeyeceğim ama, bunu söylerken ne diye bana bakıyordu ve ne için yanıma kadar gelmişti? Ben dehşet içindeyken bir de “Hı, ne dersin evladım?” demesin mi?

“Hayır!” diye bağırdım var gücümle. “Hayır!”.

Bir an terleyen alnımda, serin, tanıdık bir el hissettim. “Sakin ol oğlum, rüya görüyorsun” diyordu annem.

“Ooooh!” dedim, “çok şükür rüyaymış”

Akşam, böyle şeyleri düşünerek dalmıştım uykuya… Demek düşündüklerim düşüme girmişti…

Ama bir gün hafızalarımızda kaydedilenlerin kendimize okutulacağı o gün gelirse… Nice olurdu halimiz…

“Keşke” dedim kendi kendime, “şu defteri baştan yazmak mümkün olsaydı”. 

Read Full Post | Make a Comment ( None so far )

« Önceki Yazılar

Liked it here?
Why not try sites on the blogroll...